10 Ocak 2010 Pazar

bir şey kok(-uyordu, -uyor)

bu oda bir şey kokuyor
ilk sefer gibi bir şey..
dudağım gibi bir şey
egzotik meyveler gibi..
evet! bir şey kokuyor biraz rutubet gibi bir şey
sukunet gibi..
su gibi bir şey..
çıkartamadım diilimin ucunda
biraz tuzlu gibi bir şey
ellerinden gidere akan; naftalini yakan parmaklarından gibi
ama biraz da acı bazen..
bir şey..
bu oda bir şey kokuyor
bazmışsın gibi asitmişim gibi
içecekmişiz de limonumuz yok gibi bir şey..

o oda o gün şey kokuyor
tam tasvirleyemem ama
gitmek gibi bir şey..
tadından yenmez gibi
hem yenip hem yanında uyunacak bir şey..
odanın o asfaltı o gün şey kokuyor
tam tahlil edemem
tağiyane bir dürtü gibi
bir aşk desem değil..
belki histeri krizi..

ve bugün odam bir şey kokuyor
ilk defa gittiğim o bar gibi
ve bir daha gitmeyeceğim bir yerin gibi
ve bir daha gitmeyeceğin bir yerim gibi
ilk defalar gibi burası da
her defasında ilk defa olur gibi
ve her 'o' nu buldum deyişinde kaybetmek gibi
her kaybedişinde bir daha olmayacak gibi
her buluşunda bir taraftan da eksik gelmesi
her kaybedişinde sanki çok fazla olması gibi
bir şey kokuyor
karanlığı bastırmaya didinen bir ıslık gibi
ağır..
ıslak bir köpek gibi
ancak izleyebilen bir ödlek gibi
sevişmeler sonrası dizlerimde biten gömlekler gibi
sevişmeler sonrası ciğerlerimi katman katman çözen sigaraların karbon monoksidi
ya da nefretle aşk arasındaki ince çizgi
kusup da rahatlamak gibi
gözümü kapayınca 'oh be!' sonunda başımın dönmemesi
sevdiğin rivayeti gibi
sevmediğinin vakur mevcudiyeti
ama aslında benim sevdiğim gibi
basit bir şey sanki!
kükürt gibi..
buralar:
henüz yanmış kibrit kokuyor..


s.e.v.